20 Kasım 2016 Pazar

YALNIZLIĞA GİRİŞ - 1

Silik, puslu ve ağır olan bu havada olumlu düşünceler içinde olmak imkansızdı. Ama gece çoğu insanın aksine ona huzur veriyordu. Ve düşünmek için gecenin bu saatleri bulunmaz bir nimetti onun için. Geçmişten gelen bir Latin atasözü de bunu destekliyordu : “ in nocte consilium “ Vakit ilerliyor ve gökyüzü dünyanın sonundaki nihai rengine kavuşmak üzereydi. Yarasalar ve diğer gece avcıları ortaya çıkmak için sabırsızlanıyor. Evsizler ve diğer yalnızlık müdavimleri ise yavaş yavaş sokaktaki yerlerini almaya başlamıştı bile. Perdelerini kapattıktan sonra inceden bir mum seçip odasını az da olsa bir aydınlığa kavuşturdu. Uçları yıpranmış, boyuna çizgili adeta pijamayı andıran bu perdeleri alalı neredeyse on sene geçmişti. Uzakdoğu günlerinden kalan bir tütsü ise çepeçevre her tarafı sarmış ortama büyülü bir hava veriyordu. Kitaplığa doğru ilerledi ve alışılagelmiş gece aktivitelerinden birine başlamadan önce kendisine bir kahve yaptı. Uzakdoğu kahveleri ne kadar da güzeldi. Çinlilerin çaylı kahvesi ve Fas’ın baharatlı kahvesi favorileri arasındaydı. Eski ve kapağı yıpranmış 1932 yılı basımı olan kitabı seçti ve koltuğuna yerleşti. Kalın bir kitaptı ve oldukça küçük puntolarla yazılmıştı. “ Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık. “ Kitabın açılış sayfasında yazan bu cümleyi okuduktan sonra kahvesinden bir yudum aldı ve okuduğu cümleye takılıp kaldı. Cümle üzerine düşünmeye başladı. - “ Kim kimin kaderini tayin ediyor ? “- dedi ve birdenbire göz kapakları ağırlaştı ardından da gözleri usulca kapandı.

YALNIZLIĞA GİRİŞ ! Şubat 2017 de...

17 Ağustos 2016 Çarşamba

KADER - 2

Karga ve papağanın her ikisi de çirkin yaratılmıştır. Papağan itiraz eder ve güzelleşir. Ama karga Yaradan'ın rızasından memnun kalır. Bugün papağan kafeste, karga ise özgür...

KADER

"Bir gün ölüm adamın karşısına çıktı ve dedi: - Bugün, senin son günün. Adam dedi: - Ama ben hazır değilim. Ölüm dedi: - Bugünkü listemde, senin ismin ilk sıradadır. Adam dedi: - Peki o zaman… Gitmeden önce,gel oturalım beraber bir kahve içelim. Ölüm dedi: - Tabi ki. Adam, ölüme kahve ikram etti. Ve onun kahvesine bir kaç uyku hapı attı... Ölüm kahveyi içti ve derin bir uykuya daldı... Adam, ölümün listesini aldı ve ismini ilk sıradan silip listenin sonuna koydu. Ölüm uyandıktan sonra şöyle dedi: - Sen, bugün bana çok şefkatli davrandın. Şefkatinin karşılığında işime listenin sonundan başlayacağım."

17 Haziran 2016 Cuma

Naçar

Bazen tırnaklarınla kazıyorsun güneşi gökyüzünden.
Sıcaklığı parmak uçlarından başlıyor ta ki yüreğine dokunuyor.
Bazen de sabırla bekliyorsun göz kapaklarının açılmasını.
Gördüklerinin yarısı kadar bile büyük degil ki bu hayat.


Yedi koldan şehre girer gibi üstüne geliyor yel değirmenleri.
Bütün vücudunu sarıyor hezeyanlı sıkıntıların parmakları.
Kenetlenmiş parmakları acmak icin bazen çilingir bile kafi gelmiyor.
Dinamitle patlatmak gerekiyor yüreğini saran korkuları.
...
Mayıs 2009

Loreena Mc Kennitt


Yıllar önce Ekim 1997 de Akmerkez'de karşılaşmıştım Loreena Mc Kennitt ile. 
O zamanlar " Tango to Evora " ile ortalığı kasıp kavuruyordu. Tabi ki " The Visit " albümünü bende almıştım.
Yıllar sonra ( 19 sene olmuş ) " To Hasan Ali " yazılı bu fotoğrafa bakarken aklıma bizim doktorun ( Ali Türk ) kelimeleri geliyor :
" - Oğlum bana ne
den haber vermedin imza günü olduğunu ? Bende gelirdim - " 

Bilemiyorum Ali ne bileyim keske haber verseydim. 

30 Nisan 2016 Cumartesi

Evliya

Memlekette Evliya Var mı?

Padişah, vezire sorar:
- Vezir !İstanbul'da evliya var mı?
- Aman padişahım, İstanbul evliya yatağı olarak bilinir, evliya olmaz mı hiç!
- Öyleyse bir kaç tanesini ziyaret edelim.

Sultanım, arzu ederseniz tebdil-i kıyafet ile şehri dolaşalım.

Vezir ve padişah köylü kıyafetine girip, yola çıkarlar.
Önce Mısır çarşısına girerler. Orada bir kumaşcı dükkanına girip selam verirler. Dükkan sahibi büyük bir edeple selamı alır ve müşterilerine iltifatta bulunarak;

-Hoş geldiniz,safa geldiniz, maşaallah Allah'ın ne güzel kulları var, buyurun efendim der.
Vezir, biraz kumaş lazım olduğunu ve kumaş almaya geldiklerini söyler.
Kumaşcı, hangisinden alacaklarını sorar.
Vezir;

-Şu topu,şu topu,şu topu indir. Diyerek topların yarısından fazlasını indirir.
Sonra da:

-Şundan yarım metre, şundan bir metre, şundan iki metre kes.
Diyerek indirttiği bütün toplardan kestirir.
Kumaşçı:

-Allah'ımın ne güzel kulları var, ya Rabb'i! Sana şükür diyerek kestiği kumaşları paket yapar, ücretlerini hesap edip miktarı yazılı olan kağıdı vezire uzatır.
Bu sefer vezir;

-Kusura bakmayın biz bunları almaktan vazgeçtik, çünkü kumaşları beğenmedik der.
Kumaşcı büyük bir teslimiyetle;

-Hay hay olur efendim, Allah'ın ne güzel kulları var, fark etmez efendim, güle güle!
diyerek müşterilerini uğurlar. Paketlenmiş kumaşlarını bir tarafa koyar.
Padişah ve vezir bu sefer Beyazıt meydanına çıkarlar.
Orada elinde sopasıyla;

-Karpuz, karpuz! diye bağıran karpuz satan celalli birisini görürler.
Vezir;
Padişahım, şimdi bu zattan karpuz alacağız ama hemen almayın. Karpuzları bastırın, birini alıp diğerini koyun, kolay, kolay karpuz beğenemeyen bir kimse gibi uzun zaman onu meşgul edin. Der.

Padişah denildiği gibi; Birini alır birini bırakır, öbürünü sıkar, diğerinin kabuğuna el vurarak olup olmadığını kontrol eder, ama bir türlü karpuz alamaz. Karpuzcu ise göz ucuyla müşterisini takip etmektedir. Bakar ki ellemediği ve sıkmadığı karpuz kalmadı, müşteriye elindeki sopasını göstererek:

-Bana bak alacaksan bir tane al, git. Karpuzları yaralayıp durma!

BENİ DE KUMAŞCI GİBİ ZANNETME!
PADİŞAH OLDUĞUNA DA GÜVENME.
ŞU SOPA İLE KAFANI KIRARIM!" der.

Padişah:

-Sus sus, bizi deşifre etme! alelacele bir karpuz alıp parasını ödeyerek hızlıca oradan ayrılır.

Vezir;
-Şimdi de Süleymaniye'ye gidelim, orada daha size nice Allah dostlarını göstereceğim der.

Padişah;
-Vezir bu kadar yeter! Karpuzcusu, kumaşçısı evliya olan yerde daha neler vardır kim bilir, yeter! Şimdi gidip kumaşçının paralarını verelim, adamcağız zarar etmesin der.
Tekrar kumaşçıya gidip selam verirler. Kumaşçı yine aynı teslimiyet ve vakar içinde selamlarını alır;

-Buyurunuz efendim, Allah'ımın ne güzel kulları var, buyrun efendim! der.
Vezir;

-Biz yeniden karar verdik kestirdiğimiz kumaşları alacağız. Deyip parasını verip kumaşçı ile vedalaşırlar. Dükkandan çıkarken kumaşçı ellerini kaldırıp;

-Ya Rabb'i! Sana hamd olsun. Bugün iki defa dükkanıma padişahı gönderdin. diye Allah'a şükreder. Padişah bu hal karşısında şaşırır, vezire;

-Vezir, anladım bu iki zatın ikisi de evliyadır; ama acaba hangisi üstün?diye sorar. Akıllı vezir şöyle cevap verir;

-Padişahım, ben hangisinin üstün olduğunu bilemem; amma
herhalde laftan anlayanlara kumaşçı gibisi, laftan anlamayanlara da karpuzcu gibi birisi lazım.

22 Nisan 2016 Cuma

AS YOU LIKE IT - W.Shakespeare

Önce bir bebektir, Ağlayan, vızıldayan, dadısının kollarında; 

Sonra sızlanıp duran bir okul çocuğudur, çanta elde, Yüzü pırıl pırıl ve mahmur, çaresiz sürüklenir okula sümüklü böcek gibi... 


Ve sonra aşıktır; Yanar, tutuşur, ah eder; sevgilisinin kaşları için... 

Acıklı türküler yakar. Sonra bir askerdir: Duyulmamış cinsten yeminler eden ve bir panter gibi meydan okuyan, Ün peşinde koşan, atak ve kavgacı, Boş şeref uğruna kendini topun ağzına atan... 

Ve sonra belediye meclisi üyesidir, koca göbekli; semiz horozlarla beslenen Sert bakışlı ve mevkiine uygun bir sakal bırakmış, Konuşur veciz sözlerle, ileri görüşlüdür hem, Kendine düşeni yapar böylece.

Altıncı yaş dönemi: 

Ve eski moda pantolon ve terlikler ayakta; Burnunda takılı durur gözlüğü, kesesi sarkar yanından; 
Gençliğinin daracık pantolonu dünyalar kadar boldur artık kuru bacaklarına; 

Ve koskoca erkekçe ses, bir çocuk sesi gibidir yeni baştan, Konuşur öter gibi, ıslık çalar gibi... 

Son sahne: 
Bu macera dolu acaip hikayenin bittiği,İkinci çocukluk dönemidir ve unutulup gittiği; 
Dişler döküktür artık, gözler fersiz, zevklerden ve her şeyden yoksun.


26 Mart 2016 Cumartesi

DAVRANIŞ BİLİMİ

Adamın biri öbür dünyaya göçmüş. Sorgulama sırasını beklerken, cennetin de, cehennemin de kapılarının açık olduğunu görmüş. Fırsat bu fırsattır deyip, iki kapıdan da içeri bakarak bir göz atmış. Bakmış ki cennet de, cehennem de tıpatıp birbirinin aynı. 

İki odada da upuzun bir ziyafet sofrası. Masanın üzerinde kuş sütü dahil her şey var. Her servis tabağının yanındaki çatal, bıçak ve kaşıkların sapı birer metre boyunda. Garibine gitmiş adamın böylesine kocaman saplı çatal, bıçak ve kaşıklar. Garibine giden bir başka şey de, cennet ve cehennemde sofraların aynı olmasına rağmen, cehennemdeki masanın etrafında oturan insanların soluk, bitkin, zayıf, mutsuz, cennettekilerin ise neşeli, şen, şakrak olmalarıymış. 

Nedenini bir türlü anlayamamış adam. İki taraftada her şey aynı ama insanlar arasında bu fark niye diye düşünüp durmuş. Fark neredeymiş biliyormusunuz? Davranışta. 

Cehennemdekiler bu upuzun çatal, kaşıklarla kendilerini beslemeye çalıştıkları için bir türlü güzelim yiyecekleri ağızlarına götüremiyorlar, yerlere döküp saçıyorlarmış. Bu yüzden beslenemiyorlar ve zayıf düşüyorlarmış. 

Cennettekiler ise uzun saplı çatal, kaşıkları karşısındaki insana uzatıp birbirlerini besliyorlarmış. Böylece herkes hem besleniyor, hem de her şeyi paylaşarak gülüşüyorlar, ziyafetlerini neşeli bir şekilde sürdürüyorlarmış.

22 Şubat 2016 Pazartesi

LEONARDO DI CAPRIO VS OSCAR


Leonardo Di Caprio Golden Globe'den sonra Bafta yı da aldı. 

Ama bu adama yine OSCAR vermeyecekler. 
Çünkü teselli kupalarını almış oldu. 
Yazın bunu bir kenara..


26/03/2016 tarihli kısa bir not : Günler sonra diyorum ki  biraz morardık ve Leo aldı Oscar'ı....


KIRMIZI KART

Az önce forumlarda bir yazı okudum. Hani şu dünkü skandal maç ile ilgili. " Bu hakem ya Rize'lidir ya da Fenerbahçeli'dir. Çünkü bu iki kesimden başka Trabzon'dan bu kadar nefret eden başka bir kesim yoktur "

Cok eskiler de nereli olduğumuz hakkında bir yazı yazmıştım. İlk başta insanları nasıl memleketine göre yargılayacağımız konusundaydı. Hatta ormanda kimlik kartları vs yoktur gibi birşeydi.

Bende hakemi merak ettim nereli diye. Baktım ki Tarsus'lu imiş. Demek ki husumetlerimiz için memleketlerimizin nereli oldugunun bir önemi yokmuş.

Peşin hükümlü olmamamız lazımmış...